Cebrail Sürücü'nün dördüncü kitabının adı "Barış Çocukları". İzmir'de Etki Yayınevince 2004 Kasım ayında çıkmış. Bir uzun, iki kısa öyküden oluşuyor. Yayıncısına bakarsak çocuk kitabı. Bana sorarsanız, vazgeçin sormayın. Siz sormayın ama ben yine de anlatayım.
Öğretmen emeklisi ve yurdumuzda türü tükenenlerden saymam kendimi, bu konuda söz söyleme hakkını kendime tanımam için yeterli oldu. Ya sahi; ben kitaptan söz edecektim, tuttum kendimi mi anlatıyorum..
"Barış Çocukları"nı çocuk kitabı diye aldım elime, büyük bir haz ve duygusallıkla bıraktım masama. Okuduktan sonra ilk yargım da değişti. Bu her yaşta insanın haz duyarak okuyabileceği bir yapıt.
Öncelikle anlatımı yalın. İkincil ve bence çok daha önemli olan, bu bir kent öyküsü. Yazınımızda köy öyküsü çoktur. (Bunda yazınımızın temel taşlarını oluşturan köy enstitülü yazarların başarısının etkisini aramak gerek.) Kent öyküleri ise genelde yavan ve içeriksiz öykücüklerdir ki yazılma amaçları yalnızca para kazanmaktır. Sürücü ise bunları aşmış, günümüz çocuklarını, günümüzün değer yargılarıyla anlatıyor bize. Doğaldır ki, yalnızca gözlemci bir anlatım değil bu. Savunduğunu ya da diğer bir değişle taraf olduğu yaşam biçimini de katıyor yapıtına. Bunu saklamaya gerek görmeyecek yürekliliği de gösteriyor Sürücü. Giderek daha da yetkinleşen anlatımını şiirsi bir dile dönüştürerek...
Anlattıkları, sanki pencereden başımızı uzattığımıza sokağımızda gördüklerimiz. Barış, sokağımızın alt başındaki Zehra hanımın çocuğu; Savaş, alt komşumun oğlu Serkan. Havuç burunlu amcayı mahallemizdeki herkes tanır. Yani kahramanları, yakın çevremizin insanları.
. Hepsinden ayrık olan, özellikle kitaba adını veren öyküyü bitirdikten sonra kendimizle hesaplaşma gereği duymamız. İnce ince dürtüklemesi içimizdeki bir şeyleri. Doğrusu tatlı bir rahatsızlık verdiğini söylersem abartmış olmam.
Bu kitabı öncelikle anneler ve babalar okumalı bence. Sonra tüm öğretmenler ve doğaldır ki çocuklar... Biliyorum çocuklar kitap okuyorlar, okuyorlar da sonra..., genç olunca, ergin olunca...
Sahi, en kalabalık yerleri kendileriyle birlikte bombalayanlar neler okumuşlardır? Sorunun yanıtını tam olarak bilmem (aslında bal gibi de bilirim) ama, Sürücü'yü ve Sürücü gibileri okumadıkları bir gerçek.
Sevdanız barış olsun çocuklar, gençler, büyükler. Barış, sevdanız olsun...
Nisan 2005
BARIŞ ÇOCUKLARI
FEHMİ SALIK
Yukarıdaki başlık, bir kitabın adıdır. Cebrail Sürücü'nün Etki yayınları'ınca yayımlanan çocuklara özgü bir kaitabın adı. Kitap üç öyküden oluşmuş. İlk öykü, kitaba adını veren 'Barış Çocukları'.
Cebrail sürücü Güneydoğu kökenli bir öğretmendir. Onun yaşam öyküsünü avucumun içi gibi bilirim. Yüzünün esmerliği, güneşle toprağın birlikte yedikleri o haltın sonucudur. Bu esmer adam da, Güneydoğulu diğer çocuklar gibi belli bir yaşa kadar o bilinen işleri yaptı: Davar güttü, sap taşıdı, çapa vurdu pamuk tarlalarında. Tabanları yarıldı; açılan bu yarıklara toprak doldu. Elleri nasırlaştı; parmakları birer tosbağa başına döndü. Bulanık çamurlu sular içti. Sıtmaya tutuldu. Dedeye, şeyhe, hocaya götürüldü. Boynuna hamaylı takıldı. Ne uçurtması oldu, ne top oynayabildi. Oyuncak nedir bilmedi.Cebrail Sürücü, çocukluğunu yaşamadı ki hiç.
Ortaokul, lise, üniversite 'kafdağı'nın ardı kadar uzaktı ona.
Bir gün bir ışık parladı Cebrail'in yakınında; karanlık odası aydınlandı; bir yol çıktı önüne. O da başladı koşmaya olanca gücüyle. Yolun sonunda 'öğretmen okulu' vardı. Girdi oraya; düşlediği öğretmen oldu.
Cebrail Sürücü, günlerini öldürmedi; bir yandan öğretmenliğini yaptı, bir yandan da okudu ha babam. Okulun verdiği öğrenim yetmedi ona. Bilim sofrasından pay almak için araştırdı, inceledi, beslenme çantasını doldurdu iyicene. Yitik çocukluğunu öğrencilerinde bulmaya çalıştı. Yaşadıklarını, okuduklarını bir güzelce karıp harmanladı. "Islak tebeşirler'i, Barış Çocukları'nı, Berfin Kızın Türküsü'nü, Dicle Köprüsü'nü" yazdı. Sürücü'nün yazdıkları sadece çocuklar için değil, büyüklerin de zevkle okuyacağı, sonunda ders alabileceği yapıtlardır. işin özü, bu esmer adamın yazdığı öykülerde onun yaşamadığı çocukluğunun gölgesini izliyoruz hep. Düşünüyorum da Sürücü, başka da neyi, nasıl yazabilirdi ki? Hem, değişik bir konuyu kurgulayıp yazmaya çalışsaydı, bu denli inandırıcı olabilir miydi? Hep söylenir, ben de katılırım: 'Gerçek' denen kavram, insanın kendi yaşamıdır. Kim nerede yaşıyorsa, nasıl yaşıyorsa orasını en iyi biçimde o dile getirebilir. Hemen hemen her alanda 'sanatçı' dediğimiz ustalar, yaşadıkları yeri, bu yerde oluşan yaşam öykülerini, ya da tanık oldukları birilerinin öykülerini dile getirmeye çalışmışlardır. Beyinlerinde, yüreklerde, bedenlerde biriken acıyı ya da sevgiyi, onu yaşayanlardan daha iyi bilen olur mu? Anadolu'da ağızlardan düşmeyen söylemler vardır: "Eldeki yara, duvardaki yarığa benzer. Ateş düştüğü yeri yakar. Başına gelen hekimdir.." Daha da uzatmanın anlamı yok. Bunları sıralamamın nedeni, 'etkinliğin derecesi'ni belirlemek içindir.
Ahmet Arif, tek kitaplı bir şiir ustasıdır; Veysel Öngören'le yaptığı bir söyleşide şunları demiş:
".......... O günler asıl yaygın moda, Orhan Veli gibi yazmaktı. Üstelik çok da kolay bir yoldu. bu. Biraz yaradılış gereği, biraz da şiirin gıdıklama, alay ve ucuz espri ile bağdaşmayacağına olan inancımdan, bu yola düşüp bakmadım bile. Orhan Veli olsun, çevresindekiler olsun birer küçük burjuvaydılar. Hem de İstanbul burjuvası. Düşünce ve davranışları, kendilerine örnek seçtikleri Fransız şairlerinin paralelindeydi. Oysa ben doğuluyumdur. (Cebrail sürücü de oralı.) Azgelişmiş değil, sömürülmek için kasıtlı olarak geri bırakılmış bir ülkenin aşiret töreleriyle yetişmiş bir çocuğuydum. Sömürgeci Fransız toplumunun bohemi, serseriliği ve gerçekten kaçma çabalarını kutsayan şairleri, elbette beni ırgalamazdı. Halkımın duygularına ve çıkarlarına yabancı ve aykırı olan bu moda akımından başka bir şiir akımı yok muydu? Vardı kuşkusuz: 'Nazım' diye bir okyanusumuz vardı..." (1)
Dilerseniz bir de Enver Gökçe'ye kulak verelim:
".... O gün iki şey vardı ortada benim için: Bir yanda Garip hasta sanat anlayışı, diğer yanda dinamik halk edebiyatının yüzü. Bunlar karşı karşıya getirilince ben elbette kendi sınıfımdan gelme halk ozanlarından taraftım... Ben sınıf edebiyatı yapıyorum. Halkın her dönemde aktif olan, güzel olan, büyük olan bu halkın sanatını yapmaya çalışıyorum. Sosyal içeriği ve estetik yönü güçlü olan eserler ancak başarılı olur. Ben büyük sanatçılarda bu içerik ve estetik yanın güçlü olduğunu görmüşümdür. Örneğin Nazım'da ve Neruda'da bu fazlasıyla vardır..." (2)
Ahmet Arif gibi düşünüyor o da.
Bunlar etkileyici, kalıcı, gerçekçi güzel adamlardır. Kuşkusuz bu güzel adamların tümü, amaçlarına ulaşabilmek için gerekli bedelleri de ödemişlerdir.
Yahya Kemal, bir İstanbul şairidir. Orhan Veli de öyle. Atilla İlham doğum yeri olan Menemen'in Seyrek Köyü'ne giden yolunu bilmez de, Paris'in sokaklarını, o belli yerlerini avucunun içi gibi bilir. Bunları söylerken amacım, onları kınamak değil, gerçeğin böyle olduğunu dile getirmektir. Herkes, dağarcığında bulunanı satacaktır. Doğal olanı da budur.
Cebrail Sürücü, Ahmet Arif'in hemşerisidir. 'Sırat Köprüsü'nü değil de 'Dicle Köprüsü'nü yazacak elbet. Ne 'Agora Meyhanesi'ni bilir, ne de Marya'yı tanır. O, ancak 'Berfin Kızın Türküsü'nü söyler. Madrit'in 'şarap renkli horozlarının' sesi Sürücü'ye uymaz da,' Berivan'ın Kara Gözlü Kuzusu'nun acı acı melemesi, onu yüreğinden yaralar.
'Barış Çocukları'na dönelim şimdi:
Kitabın konusu, çocukların oyunu üzerine kurulmuş. Olayın kahramanları bir yanda kardeş kardeş oynayan birkaç çocuk, diğer yanda kovboy giysisi içinde, adı 'Savaş' olan yaramaz bir çocuk. Bu oyunbozanı, konuşmalarıyla, sergilediği tavırla birine benzetiyorsunuz o an: 'Dünya Kovboyu'na. Savaş çocuk, sonunda belasını buluyor: Kendi oluşturduğu oyuncak bombanın patlaması sonucu 'Anneee!' attığı çığlık, çocukların kulak zarlarını parçalıyor. Yine de tüm çocuklar, Savaş'ın bu çılgınlığı, akılsızlığı sonucu oluşan acısını, yürekten paylaşıyorlar. Hastaneye kaldırılan Savaş, bir süre sonra iyileşip dönüyor; savaşla ilgili bütün oyuncakları toplayıp yakıyor; önceki yanlış tutumundan dolayı da arkadaşlarından özür diliyor. İnsan söylemeden edemiyor şimdi: Keşke şu, 'dünya kovboyu' da Cebrail Sürücü'nün Savaş'ı gibi bir pişmanlık içine girse de, dünyamız da bu tür bit kan gölüne dönüşmese.
Irak savaşını en güzel Cebrail sürücü anlatmış. Kendisini dev aynasında sergilemeye çalışan, zaman zaman oturumlarda, sempozyumlarda ahkam kesip mangalda kül koymayan büyük gazeteciler de bu kitabı okumalılar. Çocukları konuşturmuş Cebrail sürücü; dili güzel kullanmış, düzeyi iyi yakalamış; yazım kurallarına büyük özen göstermiş.
'Barış Çocukları'nı okuyan herkes, 'savaş' denen o ölüm canavarından nefret edecektir.
Kitabı kapattığımda, uluslarını yöneten 'dünya büyükleri', keşke Cebrail Sürücü'nün 'Barış Çocukları' kadar anlayışlı ve duyarlı olsalardı diye geçirdim içimden.
Sonra da bu esmer adamın 'Barış Çocukları'nı birer birer öptüm...