Ocak 2002'de "ISLAK TEBEŞİRLER" , Nisan 2002'de "DİCLE KÖPRÜSÜ", Eylül 2002'de "BERFİN KIZIN TÜRKÜSÜ" yle Cebrail Süsücü hüzünlü bir yolculuğa çıkarıyor bizleri.
Elli yıl biriktirip, demlenerek koşu yoluna çıkıverdi Sürücü. Hazır yola çıkmışken de soluk almadan sürdürüyor bu koşuyu... Şu günlerde soluklanıyor olabilir mi? Doğrusu bundan pek emin değilim. Yeni bir dosya kokusu almaya başladım bile.
İki yıl önceydi. Öğretmenlik yaptığı İlköğretim Okulunda tanıdım Sürücü'yü. Üçüncü sınıfta söyleşi yapmak için sınıfına girmiştim. (Okulun salonu yoktu.) Söz sırası öğrencilere geldiğinde, bir kız öğrenci: "Bizim öğretmenimiz de öykü yazıyor. Kitabı bile var." Dedi. Söyleşi sonrası Sürücü kitabını getirdi. Göstermek istemeyen bir hali vardı. Lütfen uzattı. Kitabın adı "Muskacı Hasan"dı. Çok sıradan bir basımdı. Sayfaları düzensizdi. Neden göstermek istemediğini anlamıştım. Kitabın içeriği çok çarpıcıydı. Anadolu'daki öğretmenliği sırasında yaşadığı ilginç olayları öyküleştirmişti. "Öykülerini biz basarız" diyenlere 20 öykülük dosyasını vermiş, aradan uzun yıllar geçtiği halde onu arayan olmamıştı. Nice sonra beş öyküden oluşan bu kitap eline geçmişti. Diğer öykülerin ne olduğu konusunu hiç öğrenememişti. Aradan uzunca zaman geçince, Almanya'da yaşayan bir öğrencisiyle karşılaşmıştı. Öğrencisi Sürücü'nün bir öyküsünün başka bir imza ile oyunlaştırıldığını ve kendisinin bu oyunu izlediğini söylemişti. Bu konu Sürücü'yü yıldırmıştı.
Kimi duraksadığında bir 'hadi' bekler ya insan. Bu kez de böyle oldu. Sürücü öyküleri yeniden ele aldı. "Islak Tebeşirler"le merhaba dedi yazın dünyasına. K yayınlarından çıktı kitap. Dilinin sadeliğiyle göze çarptı. Beş öyküden oluşuyor. Yaşamın maskesiz yüzüyle hüzne bir yolculuk sanki. Ya da beş hüzünlü yüzü yaşamın. Kimi güldürüyor okurken, kimi hüzün sarıyor dört yanınızı. Ağlanacak halimize gülüyor, 'neler yaşanıyor bu ülkede' demeden geçemiyorsunuz. İçeriğin özetini kitabın ilk sayfalarında Sürücü'nün sunumundan alalım:
Sevgili çocuklar,
Islak tebeşirleri okurken; bazen "Muskacı Hasan" olup şekersiz süt içecek, bazen Emrah olup Kırkpınar'ın soğuk sularında peri kızlarını düşleyeceksiniz. Bazı anlarda Barış olup okulunuzun tebeşirlerini omuzlayarak Murat Öğretmenleri kurtaracaksınız. Bazı anlar Ozan olup Bozo Dayı'ya mis gibi paça çorbanızı kaptıracaksınız.
Severek okuyacağınızı umuyorum.
"Berivan'ın Kuzusu" öyküsündeki muhtarın, Amerikan yardımı süt tozuna tepkisi çoğumuzun tepkisi değil midir? Muhtardan dinleyelim bu tepkiyi: "Yahu Hoca, bizim köyde, bu köyde en yoksulun 50-60 koyunu, kuzusu var. Bizim sütümüz, peynirimiz Amerika'ya, Almanya'ya gidiyor. Bize bunu göndereceklerine, okul için bir ton kömür, bir harita, iki top kağıt göndersinler."
Biz süt tozu çocuklarına bu çığlık hiç de yabancı gelmiyor değil mi? Köylünün bu tepkisiyle süt tozu bir işe yaramıyor. O yıl kış çok çetin geçiyor. Kuzular aç kalıyor. Öğretmen; "Arşimet'in hamamında suyun kaldırma kuvvetini buluşu gibi bir şey keşfettim. Süt tozunu çoğaltarak kuzulara içirelim" diyor. Kırsaldan yükselen çığlıkları, yaratıcılığın sonuçlarının dindirilebildiğine tanık oluyoruz. Böylelikle kuzular telef olmaktan kurtuluyor.
"Muskacı Hasan" öyküsünde, günümüzde hala yaşanan bir dramı gülmece şeklinde izliyoruz. Yaşanmış, yaşanan ve yaşanılacak olan batıl inaçlara güçlü bir gönderme yapıyor Sürücü. Hem de sesini yükseltmeden. Yorumu okuyucuya bırakarak yapıyor bu göndermeyi.
"DİCLE KÖPRÜSÜ"nü dosya olarak okuduğumda şunları düşündürmüştü bana: "Islak Tebeşirler"den sonra yaşamın daha da derinlerine inerek, hüzünlü bir türkü çığırıyor Cebrail Sürücü. Sessiz çığlıkları Dicle kıyılarında çağıldıyor.
"Dicle Köprüsü"nde isli bir umutla usul usul ışımasını izledim.
Fazla söze gerek yok sanırım.
Ve "BERFİN KIZIN TÜRKÜSÜ"yle daha da güçleniyor kalem. Başlangıç çekinceleri yok artık.
Yokluğun, yoksulluğun bir çocuğun direncini kıramamasını izliyoruz türküde. Direncin artmasının anlarının görüntüsü var gizli tümcelerin içinde. Umudun rengi sarıdan turuncuya, turuncudan giderek kırmızıya boyanıyor. Vardı varıyor gökkuşağının altına. Alın terinin gücü yedi renge beleniyor. Büyüyor çocuk, göğüs kafesine sığmıyor yüreği. Yolu yok bu işin, olmazı yok. O öğretmen olacak.
Çocukların iş gücünden de yararlanılır Anadolu'da. Tarlaya gider çocuk, kuzu güder, harman döğer ve aş taşır tarlaya. Kimi oyuna dönüştürür bunları, kimi de büyür ansızın, sevdayı yüreğe düşürecek kadar büyür.Yamalı dizini unutur,lastik ayakkabısını çamurdan çıkaramaz ama ağır ağır büyütür yeni yetme sevdasını yüreğinde. Topu topu bir boğazdır doyurulacak olan. Ancak iş görüldüğü gibi değildir. Elde yoktur, avuçta yoktur. Bu Cem'in direncini artırır. Olmazı yok bu işin. O öğretmen olacak. Köyüne dönecek öğretmen olduğunda. Davulla, zurnayla karşılayacak onu muhtar. Yılgınlığın hiç sırası değil.
Hep söylenir, her yazar yazdıklarının arasında kendini saklar. Kimi tümcelerin arasındadır, kimi dizelerin. Sürücü net. Saklanma gereksinimi duymuyor. Yalnızca başka isimlerle çağırılıyor her öyküde. Yaşamın acılı, daha doğrusu hüzünlü sokaklarında gezinirken, yüreğini sözcüklere yüklüyor.
Yüreğine ve kalemine sağlık Sevgili Sürücü! Soluğun hiç kesilmesin!